SAİRYOLU.COM FACEBOOK KONU AÇILIMLARI
Sairyolu şiir sevenlerin mekanı www.sairyolu.com ---- sayfa konu açılımları -- www.sairyolu.com



********************** ************************ ***************************** Prof. Özcan Köknel' in , " Çatışan Değerlerimiz " adlı kitabında kişilik belirleme testlerine dair bir örnek var: Soru: " Erkek kedi bir ağaca çıkmış ve inmek bilmiyor. Kediyi o ağaçtan indirmek için ne yaparsınız? " Seçenekler: 1) Ağaca Tırmanırsınız. 2) Merdiven dayayıp tırmanırsınız. 3) "Gel pisipisi" diye seslenirsiniz 4) Dişi bir kedi getirirsiniz. 5) İtfaiyeyi çağırırsınız. Değerlendirme: 1) Ağaca tırmandıysanız; cesur ve girişkensiniz. İyi bir "satış temsilcisi" olursunuz. 2) Ağaca merdiven dayadıysanız; hedefe hangi yöntemle ulaşacağınızı planlayabiliyorsunuz. İyi bir "halkla ilişkiler müdürü" olursunuz 3) "Gel pisipisi" diye seslendiyseniz, saflık derecesinde iyimsersiniz. Ne yaparsanız, yapın, sakın kendi işinizi kurmayın. 4) Dişi bir kedi getirdiyseniz; kendi işinizi kurup çok başarılı ve ünlü olabilirsiniz. 5) İtfaiye gibi kurtarıcı görevlileri aradıysanız; sorumluluğu başkalarına atmayı beceren "iyi bir üst düzey yönetici" olursunuz. Bu alıntıya ek yapanların önermeleri: 6) Ağacı kesersiniz, böylece başka kedilerin çıkmasını da engellemiş olursunuz: Sizden mükemmel bir " kamu yöneticisi " olur. 7) "Bana ne" deyip yolunuza devam edersiniz. Sizden çok iyi bir "yurdum vatandaşı" olur. 8) Kendiniz dişi kedi kılığına girip ağacın altında cilve yaparsınız. Magazin medyası peşinizi bırakmaz, "şöhret" olursunuz. 9) Kediyi silahla vurursunuz ve ağaçtan düşer. Amaç kediyi ağaçtan indirmek değil miydi? Sizden çok iyi vadide bir "kurt" olur. 10) Yüksekçe bir yere çıkıp çevrede biriken topluluğa kedileri ne kadar sevdiğinizi anlatırsanız. Siz sosyal demokrat bir partiye örnek bir "başkan" olabilirsiniz 11) Kediye bağırıp çağırıp hakaret ve tehdit ederek indirmeye kalkarsanız siz hangi partiye başkan olacağınızı zaten çok iyi biliyorsunuzdur :)) ******************************************** **************************************************** VARSAY Varsay güneydeyiz... Sen güney ben güney tatildeyiz. Işıdıkça ışıyor gözlerinde deniz, Dalgalanıyorum.. Varsay birbirimizin kaderiyiz... Varsay tesadüf... Yanyana iki taşız belki, Belki yontulmuş birer heykeliz. Susuyorum... Varsay kapında kar... Varsay ağaçlarda bahar... Gözlerinin altında, Islanıyorum... Varsay bir lodos sabah sabah, Dolanıp duruyor kahvaltı masana... -Hadi- diyor -iç beni içine-... O an o saat, Boğuluyorum... Varsay pas tutmuş bunca yıl Kalbinin her damarı Ve yiyip durmuş umutlarını İçinde bir düş canavarı Yazıyorum... Bundan yıllar sonra, yağacak diye beklediğin bulutlar hiç bir zaman yağmurlaşmayacak bu günkü kadar... Biraz korku vursa da başına... Yanılıyorsun. Ben hala bir düşün içinden gelecek mucizelere inanıyorum... Sibel Bengü ********************************************************************************************************************************* Bazı kadınlar vardır Yoldan geçerken takılır gözleriniz. Dizine yatıp ruhunuzu ellerine bırakasınız gelir. Teninin sıcaklığında erir gidersiniz.Dingindirler, savaşmazlar dünya ile.Gözlerinin içinde bir kadının binbir halini görürsünüz. Erkek olmanın binbir halini de size yaşatırlar. Sıcaktır, şefkatlidir, bağışlayıcıdır, dişidir. Ne giyerlerse giysinlercinsellikleri değildir üzerlerindeki. Kadın olarak vardırlar, cinsellikleri sadece erkeklerine özeldir, size kapalıdır, göremezsiniz. Plajda bikinili bile olsalar ''kapalı'' kadınlardır onlar. Siz ulaşamazsınız kendileri gelmedikçe. Bazı kadınlar ''kadın''dır. Bazı kadınlar vardır. Hoyrattır.Acıtır.Mahveder dokunduğu yeri.Erkeğinin sahip olduklarına önem verir sadece.Ondan aldıklarına bakar, erkeğin kendisi hiç önemli değildir.Bir şey veremeyecek duruma geldiğinde ona sırtını dönmesi kolay olur bu nedenle.Hayatı paylaşmasını bilmez bazı kadınlar.Mal paylaşımını hayatı paylaşmak sanırlar çünkü. Bazı kadınlar vardır yine. Hayatın yükünü taşır.Yüzündeki her çizgi ayrı bir hüznü anlatır.Bilmez başka türlüsünü.Eştir, anadır, kadındır birileri için.Kendisi için kocaman bir ''sıfır'' olduğunu dert sahibi olunca görür o kadınlar. Bazı kadınlar vardır. Yüzüne bakınca gördüğünüz sadece falanca şirkettir.Okumuş, eğitimli, kariyer sahibi ama erkeksiz kadınlardır.Bakışlarında görürsünüz bir erkeğe teslim olmayacaklarını.Hayatlarında bir çocuğun kahkahası olmayacaktır hiçbir zaman.İçlerindeki kadının ümitsiz isyanını da görürsünüz o bakışlarda. ************************************************************************ Bazı erkekler vardır. Baktığınızda gördüğünüz sadece bir tomar paradır.Paradan başka bir şeye sahip olamayacak kadar acizdirler o erkekler.Emek vermeyi bilmezler.Paraları kadar sahip olmak isterler herşeye.Paraları yoksa kocaman bir ''hiç'' tirler. Bazı erkekler vardır. Hastadır ruhu.Zindan ederler hayatı etraflarına.Koca olamazlar, baba olamazlar, sevgili olamazlar.İlk zamanlar sıcacık sevgi dolu bir erkek sanırsınız.Hiç ummadığınız bir anda karşınıza çıkar canavar.O pençelerin ruhunuzu nasıl ve neden kan içinde bıraktığını anlayamazsınız bile.Kurtulmanıza da izin vermez bazen.Ondan güçlü olmanıza izin vermez.Yoketmek zorundadır.Ruhunuzu öldürür o erkekler. Bazı erkekler vardır. Kullanır sizi.Emeğinizi, sevginizi kullanır.Almasını bilirler sadece. Sevgi veremezler.Hayatı paylaşmazlar.O kadar nazik ve yakışıklıdır ki bile isteye teslim olursunuz.Verdikleriniz tükenince giderler, anlayamazsınız neden terkedildiğinizi. Bazı erkekler vardır. Erkektir, babadır, eştir, sevgilidir.Belki zengin değillerdir ama göğsüne sokulduğunuzda dünyanın en mutlu kadını olursunuz. O erkeklerin kendileri hazinedir ve siz ''bilirsiniz'' bunu.Bakışlarında bütün dünyayı görürsünüz.Ellerini güvenle tutarsınız.Siz hayatısınızdır, bilirsiniz. Ruh eşinizdir, hissedersiniz. Bazı erkekler gerçek bir ''erkek'' tir. (ALINTI) **************************************************************************************** Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına Boyamış serin deniz sabahlarının renkleriyle. Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına Göz görmemiş, el değmemiş yıldız hevenkleriyle. Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına Varılan kıyılardan ayak basmamış kumsallara doğru Hayırsız adalarla yeşil papağanların arasından Billur köşklere giden yolu Reis'in hartasında kıtalardan büyük boynuzlu balıklar Ve timsah başlı maymunlar yanardağlardan iri Reis'in hartasında yelkenliler yürek kadar Ama balıklarla maymunlar yutamıyor yelkenlileri. Yolculuk başlamaz yürek çağırmasa Akıl yorulabilir, yılabilir, ama yüreğin sırtı gelmez yere. Yelkenlilerle gidiliyor kosmosa Piri Reis'in hartasında yüzen yürek kadar yelkenlilerle. Nazım Hikmet ********************************************************************************************** " HAYAT ÇETELE TUTMAK DEĞİLDİR " Hayat; Seni kaç kişinin aradığı, kiminle çıktığın, çıkıyor olduğun Veya çıkacağın demek değildir. Kimi öptüğün, hangi sporu yaptığın, Kimlerin seni sevdiği de değildir. Hayat, ayakkabıların, saçın, derinin rengi de değildir. Nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğin de değildir. Aslında hayat; notlar, para, giysiler, Girmeyi başardığın ya da başaramadığın okullar da değildir. Hayat; Kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir. Kendin için neler hissettiğindir. Güven, mutluluk, şefkattir. Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır. Hayat; Kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir. Ne dediğin ve ne demek istediğindir. İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini olduğu gibi görmektir. Her şeyden önemlisi hayatı, başkalarının hayatını olumlu yönde Etkilemek için kullanmayı seçmektir. İşte hayat bu seçimden ibarettir. " İnsanların en acizi dost edinemeyen Ondan daha acizi ise dost kaybedendir. Charles Eguone ****************************************************************************************************** Cezmi Ersöz' ün "Şizofren Aşka Mektuplar kitabından bir alıntı... " Ayazda İki Yürek " Şizofren Aşka Mektup " Sen benim şizofren aşkımsın... Ben senin kanayan vicdanınım..." **************************************************************************** Gittin... Dudağıma, çocuksu susuzluğumla asla doyamadığım öpücüklerinden birini kondurup gittin."Ne olur öyle bakma bana" dedin enson... Daha birkaç dakika önce gözlerimde varlığınla alevlenen yaşam sevincinin yerine, boyun eğmiş, donuk ve daha şimdiden hasretinle kavrulmuş bir karanlığı bırakıp gittin... Dolmuştu zamanın... Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen"den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizliğe" tersyüz ederek gittin. İçimde, günlerdir yokluğunla zayıflamış, kalbi kupkuru kalmış aşk çocuğunu sevginle emzirme sarhoşluğuyla delirdiğim şu üç saatin içindeki yüzlerce "an"ı "anı"ya dönüştürerek... Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda. Sonra, nefesinin o buğulu sıcaklığından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları... Gittin... İki aşkın arasında şaşkın. Ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, başka bir eve gittin uyumaya. Artık senin değildi evin, "sizin"di. Benim özlediğim o eski evin değildi gittiğin... O eski ev... Oturup, zamanın o yağmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, güneşin bütün gün sadece yalayıp geçtiği loş pencerelerinde dalgınlığımızı biriktirdiğimiz o ev... Şaşardık bazen... ansızın, hesapsızca, belki de yorgun düşerek... Akıldışı bir hızla devinen imgelerin ortasında, bir çığ gibi ömrümüze yığılan anılardan birin seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir rityel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafımızda, umurumuzda olmadan... Elin çaya uzanırdı... Tenim dudaklarını özlerdi... Bir sözüm şiirin olurdu... Demlenirdik. Gömüldükce düşlerin o büyülü uykusuna, aşkımın kalbimdeki ilahi melodisi çalınırdı kulaklarına birden. nasıl da ürkerdin... Karanlıktan korkan bir çocuğun teselli isteği gibi bölerdi sesin suskunluğumuzu... Ruhlarımızın biryerlerde buluştuğuna, düşlerimizin biryerde kesiştiğine inanmak istediğim bu hayattan çalıntı anları, beni bunun aksine inandırmaya çalışan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin. İşte böyle anlarda yüzü daha da netleşirdi dünyaya gözlerinden bakan o yaralı çocuğunun... İşte ben en çok seni içimden doğru sevdiğim böyle anları severdim... Hayatın içinde seni barındırdığı her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük , o sıradan ayrıntılarını alabildiğince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak , seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen herşeyi, şu yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek... Sevmek hayatına tanıklık etmekti benim için... Sabahları evden çıkmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere boğarken "gitme" diye sayıklayan sesine kıyamayıp, patrona binbir yalanlar uydurarak, işe gitmemekti seni sevmek... Sana kahvaltı hazırlamaktı... Senle hazırladığım sofraya iştahla oturup "sen varya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben? Senden daha iyisini mi bulacağım"diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukca inanmaktı... İnce ince kıyılmış, tabağa motif gibi işlenerek dizilmiş ve hep sevdiğin gibi üzerinde zeydinyağı ve limon gezdirilmiş domateslere, yaptığım mezelere duyduğun minnete şaşırmaktı... Hayatına eklemekten çılgınca zevk aldığım o şefkatli inceliklere duyduğun minnete şaşırmaktı seni sevmek... Seni sevmek, bundan yıllar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldığım mektuplarıma, aynı incelikle, aynı özlemle, aynı hayranlıkla verdiğin cevaplarına inanmaktı. Tüm ısrarlarına rağmen, bu eşsiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamaktı. Sonra ansızın yollara düşüp, çocukluğumda kalbimde filizlenen sevdası senin aşkınla yeşeren bu kentin sokaklarında izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceliğin ve bu derin anlayışın yüzünü", yani o merak ettiğin yüzümü , gözlerine taşımaktı. Buluştuğumuz cafede , ayların günlerin telaşı ve suskunluğuyla anlattığın şeylerin hiçbirini algılamadan, sadece hayranlıkla seni, o hepimiz gibiliğini seyrederken, masanın altından bir türlü çıkartamadığın o telaşlı, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanına inanmaktı... Seni sevmek, o gece rakı içtiğimiz köhne meyhaneden çıkıp yürüdüğümüz sokaklarda, Nisan ayında bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin Tanrı'nın bu aşk için gönderdiği bir işaret olduğuna inanmaktı... Seni sevmek kadınlığımı, bedenimi ve hazzı ilk defa seninle keşfetmekti. Onyedi yıldır sanki sadece senin için sakladığım bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoşlukla sana sunmaktı... Her dokunuşunda kutsal bir ayinin o sıcak ve tatlı şarabını yudum yudum içer gibi... Seni sevmek, aşkın uğruna, ama senden izinsiz, başka bir kentteki hayatımı sıfırlayıp, yaşadığın kente, yaşadığın göğün altına, ıslandığın yağmurların altına gelip yerleşmekti. Senden başka, bu koca kentte bir başınalık ve kimsesizlikti seni sevmek... sokaklarda tek bir tanıdık simaya rastlamamaya alışmaktı güçlükle... Hücrelerimle beraber çoğalan aşkını özgürce ve sınırsızca yaşamak için ailemin şefkatli ve anlayışlı kollarından sıyrılıp kanatlanmak, yıllanmış can dostların sevgisini çok uzaklarda bırakmaktı... Seni sevmek, yalnızlığın soğuk kollarından biraz olsun sıyrılıp, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek başıma Beyoğlu'nun karanlık sokaklarında kalabalığın soluğuyla ısınmaya çalışmaktı. Hiç tanımadığım insanların yüzünde senin yüzünü aramak, onların kaybolmuş, umutsuz hayatlarında yaralı geçmişinin ve çocuksu düşlerinin izini sürmekti... Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk ışıkları ruhumu ısırırken, aynı gecenin yıldızları altında seni deliler gibi özlemekti. O geceyi de kollarında geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolaşıp, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüşünü beklemekti... Bazen bu bekleyişlerin sonu, yorgun düşmüş bedenimi sürüklediğim evimde, o gece bir başka kadının yanında uyumana ağlamak olurdu sabaha kadar... Ertesi gün bir şizofren gibi, hiçbirşey olmamış gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum... şaşırırdım. Çünki, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olanı acımasızca yokeden bu kentin hoyratlığına ve senin için artık inanmaktan çoktan vazgeçtiğin, yaşadığın hayalkırıklıklarıyla çok uzun zamandır kaybettiğin o aşk duygusunun gerçekliğinin canlı ispatı olmaya direnmekti... Kalbine inançla aşk tohumları ekmekti seni sevmek... Sevmek o yitirdiğin aşk şarkısı adına sana umut vermekti... Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı... Koparmamaktı kanatlarını... Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynağından, başka sevgilerin şiirine eklediği mısralardan kıskançlıkla seni mahrum etmeye yeltenmemekti... Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razı olmaktı... Çocuksu bir saflıkla tek vazgeçemeyeceğinin ben olduğuma kendimi inandırarak, hayatına boyun eğmekti... Seni sevmek, bir babayı, bir can yoldaşını hayatının sonuna kadar yanında olduğunu bildiğin güvenilir bir dostu, ilgiye ve şefkate doymayan çaresiz bir küçük çocuğu, ama en çok da tutkulu, kıskanç ve yüreği sonsuz maviliklere akan bir deli aşığı sevmek gibiydi... Birgün ansızın, telefonda duyduğun bir sese, ya da yeni tanıştığın bir kadına aşık olduğunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasıl kıskandığımı görmek isteyen abartılı bir heyecanla söylediğinde, telaşa kapılmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduğuna ve asla benden vazgeçemeyeceğine inanmaktı... Yine de içimdeki o kaçınılmaz endişe ister istemez sarardı yüzümü... Sesim soluğum kesilirdi birden... İşte öyle anlarda beni sımsıkı sarıp, tutkulu bir sevişmenin ilk öpücüklerini dudağıma kondururken "Sen küçücük bir kızsın, biliyor musun" diyen şefkatli sesini severdim en çok... Ve aslında ben dahil, hiç kimseye aşık olamayacağını düşünür hüzünlenirdim... Ruyalarımın gül kokusu... Sonra birgün aşka açıldı yüreğinin sürgüleri Sonra birgün şiirlerin başka bir aşkın kokusuna büründü... Yıkıldı tabuların...Kırıldı zincirlerin... Uzağıma düştün... Bu defa farklıydı, hissetmiştim. Yalnız bedenini değil, ruhunu da paylaşmaya başlamıştın bir başka kadınla... Sonra sevmek yavaş yavaş kayışını izlemek oldu avuçlarımdan... Seni sevmek, sen sabaha karşı uyuduğumu sanarak yanımdan kalkıp bir başka yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan fırtınaları susturmaya çalışmak oldu sessizce... Habersizce kapını çaldığım o gün, kapında kalıp, içeri girememek oldu... O güne kadar hiç olmazsa bana karşı dürüst olmanla, yaşadıklarını benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum... Ama bir başkasını incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizlediğini, yalanlarla da olsa o nu koruduğunu farkedince bu avuntu da terketti beni... Yalanlarını bile kıskanır oldum. Neden dürüst olmak için beni seçmiştin sanki... Gerçeğin acımazıs zindanlarında neden beni kilitli bırakmıştın... Ne çok düşündüm bu soruların cevaplarını... Ne çok sorguladım kendimi , nerde hata yaptığımı, neyi eksik bıraktığımı... Kadınca oyunlardan haberim olmadı hiçbir zaman. Seçtiğin yaşam biçiminden koparmak, seni soluksuz bırakmak demekti benim için. Hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istediğin bu muydu? Seni yanlış mı tanımıştım?... Bana hep, ne kadar asil bir yüreğim oludğunu söyler dururdun... İsyanım, kalbimin ezilmiş parçalarının üstünü örtüp, sessizce çekip kapını çıkmak olurdu en fazla... Yalnız kalmak istediğini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çekip giderdim... Özür diler gibi bir sesle , o nun geleceğini söylediğinde, sessizce çıkıp giderdim... Karşında ben otururken, onunla saatlerce telefonda konuştuğunda çıkıp giderdim... Hep giderdim... Bu onurlu tavrımdı belki de ezen yüreğini... Vazgeçemediğin tek yanım buydu belki... Sonra, sevmek yaralı kadınlığımı başka yüreklerle avutma yanılgısına kapılmak oldu... Buna hakkım olduğunu söyleyip dursan da, biliyorum aslında içten içe hiç affetmedin beni... Sen çoktan parçalanmıştın zaten... Benim de yüreğimi böldüğümü düşünmek sana bile ağır geldi... Oysa ben, seni değil, kendimi cezalandırıyordum başka bedenlerle... Ruhumu kemiren bu deli aşkı cezalandırıyordum... Bunu anlamadın mı sevgili? Sevmek seni değil çocukluğumu, düşlerimi, kendimi aldatmak olmuştu artık... Bana bağlanan masum aşkları seninle aldatmak olmuştu... Kimseye veremedim yüreğimi. Ne zaman baksalar içime, yüreğimin kırık aynasında kendilerinin değil senin yüzünün aksini gördüler hep... Sessizce çekip gittiler. Farketmedim bile gittiklerini... Gittin... Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak oldu çoktandır... O çocuk ellerinin, bir başkasının saçlarında gezindiğini, aniden özlemle sarılıp bir başka yüzü öpücüklere boğduğunu, sabahları uykunda bir başka kadına "gitme" diye sayıkladığını düşünmek oldu, seni sevmek... Geceleri kokuna hasret yatağımda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemediği bir bencillikle, kalbindeki tek aşkın benimki olması için gözyaşları içinde Tanrı'ya yalvarmak oldu... Seni yasak bir aşk gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında yaşamak oldu, sevmek... Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak, haykırmak, ağlamak, sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu... Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, kaldığım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu seni sevmek... Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık. "Ayazda iki yürek" gibiyiz... Sen benim şizofren aşkımsın... Ben senin kanayan vicdanınım... Affet beni sevgili... Verdiğim sözleri tutamadım... Cezmi Ersöz

ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ

Sivas Postası Şiir Yarışması Sivas Postası Şiir Yarışması Yarışma hakkında detaylı bilgi almak için tıklayın. Yer:Türkiye Geneli, Türkiye Geneli, 31 Mart 2010 SİVAS POSTASI GAZETESİ ŞİİR YARIŞMASI Şiirin sevilmesi ve şiir yazılmasını teşvik etmek amacı ile Sivas Postası Gazetesi ülke çapında ödüllü şiir yarışması düzenleyecektir. 31 Mart 2010 tarihinde katılımın son bulacağı yarışmaya gönderilen eserler arasından Nisan ayı içerisinde yapılacak değerlendirme ile ön elemeyi geçen şiirler kitaplaştırılacak ve Mayıs ayında yapılacak ödül töreninde dağıtılacaktır. Sivas Postası Gazetesi İmtiyaz Sahibi Murat KALENDER, Araştırmacı-Yazar Taki AKKUŞ, Poyraz Dergisi Yayın Kurulu üyeleri Yusuf BAL, Orhan KARAHAN, İlkay ÇOŞKUN ve Şair-yazar M. Nihat MALKOÇ’tan oluşan jürinin şiirleri değerlendireceği bu yarışmada konu serbesttir. Sivas Postası Gazetesi Şiir Yarışması Şartnamesi: 1 – Yarışma yaş sınırlaması olmaksızın herkese açıktır. 2 – Yarışmacılar yarışmaya tek bir şiirle katılabilir. 3 – Gönderilecek şiirin daha önce hiç bir yarışmada derece almamış olması gereklidir. 4 - Şiirlerde konu serbest olup 200 satırı geçmemelidir. 5 – Şiirler e posta yoluyla “sivaspostasiyarisma@hotmail.com” e posta adresimize yada “Sivas Postası Gazetesi Şiir Yarışması Pulur Mahallesi Yıldız Sokak Tokgöz Apt. B Blk. Kat:1 Daire:2 / SİVAS” adresimize 31 Mart 2010 tarihine kadar ulaştırılmalıdır. Postadan doğacak gecikmelerden sorumlu değiliz. 6 – Katılımcılar takma isimle yarışmaya katılamazlar. Katılımcılar kısa özgeçmişlerini ve iletişim bilgilerini gönderilen şiirlerin altına ekleyeceklerdir. Eksik bilgileri olan şairlerin şiirleri değerlendirmeye alınmayacaktır. 7 – Dereceye giren yarışmacılara ödülleri Sivas’ta düzenlenecek programda takdim edilecektir. 8 – Yarışmaya katılan ve ön elemeyi geçen şiirler kitaplaştırılacaktır. Katılımcılar yarışmaya katılmakla şiirlerin yayınlanmasına izin vermiş sayılırlar. 9– Yarışma sonucu 15 Mayıs 2010 tarihinde Sivas Postası Gazetesinde ve www.sivaspostasi.com.tr adresinde ilan edilecektir. Ödül töreni programı sonuçların açıklandığı gün ilan edilecektir. ÖDÜLLER: Birinciye : 1.000 TL. + Kitap Seti İkinciye : 500 TL + Kitap Seti Üçüncüye : 250 TL + Kitap Seti 1.Mansiyon : Çeyrek Altın + Kitap Seti 2.Mansiyon : Çeyrek Altın + Kitap Seti 3.Mansiyon : Çeyrek Altın + Kitap Seti Ayrıca ön elemeyi geçen şairlere hazırlanacak olan şiir kitabı hediye edilecektir. Şiirleri Değerlendirecek Jüri Üyeleri: Murat KALENDER Taki AKKUŞ Yusuf BAL Orhan KARAHAN İlkay COŞKUN M.Nihat MALKOÇ Posta Adresi Sivas Postası Gazetesi Pulur Mahallesi Yıldız Sokak Tokgöz Apt. B Blk. Kat 1 Daire 2 Tel: 0346- 225 16 50 SİVAS Ayrıntılı Bilgi www.sivaspostasi.com.tr

ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ

Seni sevmiştim Neden anlamadın beni? Sana olan sevgimi, Senin için yaptığım güzellikleri. Oysa ben her zaman seni sevmiştim. Neden bakıyorsun bana öyle? Hala anlamadın mı beni? Senin için yanan yüreğimi, Her dakika senin için atan kalbimi. Oysa ben her zaman seni sevmiştim. ahmet çetinkaya

ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ

İlk Aşkım.. 15 yaşındadım. Artık tek bir pencereden bakmıyordum dünyaya. Birden fazla pencerelerim olmuştu. Ve her pencerden ayrı bir tablo izliyordum. her geçen gün biraz daha bağışıklık kazanıyordum yaşamın güçlüklerine ve acılarına. Büyük bir olgunlukla karşılıyordum yazgımı ve yagımızı. Hiç bir hayat yeniden yaşanmıyor ve hiç bir yarın bugünden belli olmuyordu. İnsanoğlu, sürekli olarak kendini olağanüstü bir takım duygulara ve olaylara karşı hazır tutmalıydı. Çünkü alışagelmiş ve monotonlaşmış bir hayat, birden öylesine değişime uğruyordu ki, kendi bile şaşırıyordu. İşte beni de şaşırtan ve halen izini üzerimde taşıdığım bir olay geldi başıma, 15 yaşındayken... Nerden bilebilirdim, o gecenin ben de bu denli ruh sarsıntısına yol açacağını? O ysa o gecenin diğer gecelerden bir farkı yoktu. Gökyüzü yine yıldızlarla doluydu ve Adana yine her zamanki sessiz karanlığına bürünmüştü Bir düğün gecesiydi. Adana'ya yakın bir mesafede bir köyde yapılıyordu düğün. Ben de çağırıldım. Önceleri gitmek istemedim. Bir tek takım elbisem vardı ve o da hem ütüsüz hem de kirliydi. O kıyafetle gitmek delikanlılık onuruma dokunmuştu. Ama canım da öylesine çekiyordu ki. Fakat yapabileceğim birşey yoktu. Gün batmak üzereydi. Ya o elbiseyi giyip gidecektim, ya da kalacaktım. Hemen o anda aklıma bir sokak aşağımızda oturan ahbaplar geldi. Onların kömürlü bir ütüleri vardı. Koşarak gidip kapılarını çaldım. Şanssızlık bu ya, onlar da evde yoktu. Uzun bir süre kapılarının önünden ayrılmadım. Her zili çalışımda biraz daha ümitleniyor, kapı açıldı, açılacak diye heycandan içim içime sığmıyordu. Fakat gerçekten yoklardı evde.Çaresiz bir şekilde evime döndüm. Sanki 15 yılımın en büyük darbesini yemiş gibi bir yıkıntı içindeydim. Yüreğimde alevlenen küçük pırıltı da sönüvermişti, bir anda. Küfürler dolusu, öfke yüklü bir halde eve girdim ve elbisemi giyip yola çıktım. Güneş batmıştı. Akşam çökmüştü her tarafa . Bir türkü tutturmuş, ana caddeye doğru yol alıyordum. Hava o kadar güzeldi ki, hiçbir araca binmek istemedim. Yürümeye başladım köye doğru. Uzaktan varmakta olduğum köyün, tektük ışıkları görünüyordu.Bir saate yakın bir zamandan sonra biraz da yorgun olarak köy düğününün yapıldığı meydana geldim. Artık tam anlamıyla geceydi. Davullar çalıyor, silahlar gökyüzünü kurşun yağmuruna tutuyordu. Meğerse sevdalanmaya gelmişim bu bir saatlik yoldan buralara kadar. Ve işte ilk aşkımın öyküsü... Köyün öğretmenine aşık oldum o gece 20 yaşında esmer, uzun boylu bir kızdı. Ne adını biliyordum, ne de herhangi bir özelliğini . Ansızın ola gelmişti her şey. Gözlerimiz düğümlenmişti adeta. Sürekli birbirimizi izliyorduk. İçimde bir korku belirmeye başlamıştı. '' Evliyse yada bir belalı arkadaşı varsa?'' diye kuşkulanıyordum. Aynı heycanı onun da gözlerinde görmeye başladım. Kim bilir o da benden çekiniyordu. Neden sonra gülümsemeye başladı. Titriyordum. Gözlerime inanamıyordum. Bütün cesaretimi toplayıp, yanına gittim. Konuşmaya başladık. Köy halkı, içkiden artık iyice kendinden geçmiş durumdaydı. Kimsenin kimseyle uğraşacak hali yoktu. Adını söyledi. Öğretmenlik yaptığını anlattı. Sandalyede oturuyordu. Yanına çömelerek '' sizi hergün görmek istiyorum. Buna izin verir misiniz ? diye sordum. '' Siz onca yolu göze alıyorsanız buyrun '' dedi. O gece gözüme dirhem uyku girmedi. Hep, şimdi adını anımsayamadığım o güzel gözlü, masum yüzlü kızı düşünüp durdum. Sonra ki günlerde gizli gizli buluşmaya başladık. 15 yıllık hayatım ona o kadar ilginç gelmişti ki bir arada olduğumuz saatlerde hep beni konuştururdu, ben de zevkle, herşeyimi en ince ayrıntısına kadar ona anlatıyordum. Hüzünleniyordu. Zaman zaman beni avutuyor, yüreklendiriyordu. O kadar sevecen bir kişiydi ki... Sanki insanlığın tüm alınyazısını kendisine dert edinmişti. O zaman, gözlerimden yuvarlanmaya başlayan iri iri gözyaşları, yüreğimde çoktandır biriken kinleri, aptallıkları ve çamuru silip götürüyordu... Karanlıkta, uçsuz bucaksız pamuk tarlalarının ortasında, dudağımı dudağına yapıştırıp bir süre öylece kalırdık. Ay ışığının yansıdığı pamuk tomurcukları , bu öpüşlere anlatılmaz bir sihir kazandırırdı. Bir düş içindeydim sanki. Fakat herşey o kadar gerçek ki... Aradan haftalar geçmişti. Hemen hemen her gece beraber oluyorduk. Yine gecelerden bir geceydi. Beyaz kerpiçli okulun tek ışıklı odasının penceresine yanaştım. Camı tıkırdattım. Pencereyi açıp beni görünce öfkeden çıldıracak gibi oldu. Şaşırmıştım. Şaka yapıyor sanmıştım, bu saatte ne işimin olduğunu sordu. Sustum. Eliyle işaretler yapıp gitmemi söyledi. '' Sana gelmeyeyim mi istiyorsun yoksa '' Bu soru üzerine pencereyi açıp avazı çıktığı kadar bağırdı bana: Kovulmuştum. Hemen dönüp gitmeyi gururuma yediremiyordum. Öylece kalakaldım bir süre. Ve çöküntü dolu bir yürekle, ağır adımlarla uzaklaşmaya başladım. Anladım ki, ben onun için sadece geçici bir hevestim. Belki de bir eğlence. Çünkü tahsil derecem sıfırdı ve ekonomik durumum da kötünün de kötüsüydü. O geceyi bir felaket gecesi olarak bugün bile anımsarım. Yolda yürüken düşüncelerim ve değer yargılarım allak bullak olmuştu. Kalbimi ayaklarımın altına alarak önünde diz çöktüğüm ilk kız beni yaralamıştı. İlk çöküşüm, ilk ızdırabımdı o aşk. Çok sonra aynı kızı Adana'da gördüm. İlk anda irkildim. Adımlarım çakılmışcasına olduğum yere mıhlanıp kaldım. O da beni görmüştü. Yalnızdı. Kendisini tanıdığım o düğün gecesindeki ilk tebessümüyle bana baktığını farkettim. Adana'ya yağmur yağıyordu. Saçları sırılsıklam olmuştu. İnsanlar saçak altlarına sığınmış yağmurun dinmesini bekliyorlardı. O anda haylı süredir içimde hissettiğim kin ve öfkem silinip gitti ve sevgiye dönüştü. Yanına yaklaşıp kolundan tutarak hemen oradaki mağazanın içine soktum. Yağmurlu Bir Gündü, Gittin O Gidiş '' Ne olur hiç bir kötü söz söyleme '' deyiverdi. birden '' Hayır. Ne münasebet, seni öylesine çok özledim ki... demek insan sevdiğini unutamıyormuş.'' '' Nasılsın ? '' '' Bildiğin gibi. Eski öykü sürüp gidiyor. Değişen bir şey yok. '' Yüreğim onulmaz acılarla çarpıyordu. İnsanlar geçiyordu yanımızdan: Omuzlarını vurarak, sağımızdan solumuzdan ve ikimizi bölerek ortamızdan geçen insanlar. Kederli yüzlü, gülen ve umursama insanlar. Hayat her yürekte, bir ayrı hüküm sürüyordu. '' Gitmem gerek, köye giden bir otobüs var, onu kaçırmayayım.'' '' Yağmur yağıyor. İstersen dinmesini bekle. Gecikirsen ben seni bırakırım '' Sadece elini uzattı. Hiç bir yanıt vermedi '' Allahaısmarladık'' bile demeden uzaklaşıp gitti. Ellerinin ellerime değdiği son andı o. Yağmur gittikçe hızını arttırıyordu. Gidiş o gidiş oldu. Ve bir daha hiçbir zaman göremedim onu. Dilerim içinde taşıdığı sırrın, acıklı bir öykü ile ilgisi yoktur.

ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ ஐ